AKP iktidarının önümüzdeki günlerde Meclis’e sunmayı planladığı ve başıboş hayvan sorununa çözüm(!) olarak sahipsiz köpeklerin katlini öngören yasa teklifi hem siyaset hem de toplum katında ciddi tartışmaları beraberinde getirdi. Bu tartışmalarda iki keskin taraf var. Biri sokak köpeği sorununun olmadığını, köpeklerin sokakta yaşamaya devam etmeleri gerektiğini savunurken, diğer taraf ise ısrarla ve çoğu zaman nefretle, çözümün sadece bu hayvanların toplu katlinden geçtiğini iddia ediyor.
Son süreçteki görüntüsüyle AKP iktidarı ikinci grubun yanında hizalanmış durumda. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin, sokak köpekleri sorununa yönelik bulduğu çözüm milyonlarca hayvanı öldürmek… Bu öneriye çözüm demek mümkün olmadığı gibi, böyle bir uygulamayı gündeme almak bile bu halkın merhametine ve hatta devlet ciddiyetimize saygısızlıktır.
Ancak öte yandan, sokakta yaşayan köpeklerin kimi zaman belirli hijyen, güvenlik ve gürültü kirliliği sorunlarına sebep olduğu da açıktır. Nitekim, medeni ülkelerin hiçbirinde sokaklarda sahipsiz köpek görmek mümkün değildir.
Başıboş köpekler için tartışılan sokak ya da ölüm seçenekleri dışında ise Türk halkının makul çoğunluğunun sağduyusu var. Metropoll’ün yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de insanların yüzde 17’si köpeklerin sokakta kalmaya devam etmelerini isterken, sadece yüzde 2,7’si öldürülmelerini savunuyor. Buna karşılık toplumun yüzde 78,6’lık ezici bir bölümü köpeklerin barınaklara alınarak orada bakılmaları gerektiğini savunuyor. Yani, Türkiye’de insanların kahir ekseriyeti bu köpeklerin katline karşı ama onların sokakta olmasını da tercih etmiyor. “Evet, bir başıboş köpek sorunu var ama bunun çözümü onları öldürmek olamaz” diyor.
Barınaklarla ilgili ise iki karşıt cepheden gelen iki temel itiraz var. Hayvanların sokakta kalmaya devam etmesini savunanlar barınakların ölüm kampı gibi olacağını, hayvanlara orada iyi bakılmayacağını öne sürüyor. Köpeklerin öldürülmesini savunanlar ise bu kadar köpeğin kısırlaştırılması ve onlara bakılmasının çok masraflı olacağını, bunun altından kalkmanın imkânsız olduğunu iddia ediyor.
O halde iki tarafı da ikna için de yapılması gerekenler belli. İlk gruptakilere, barınakların bu sefer olabildiğince iyi şartlarda hazırlanacağı, başlarına hayvansever bakıcılar atanacağı ve buraların sürekli denetleneceği söylenmeli ve hayvanseverler buna inandırılmalılar. İkinci gruptakilere yönelik ise bu maliyetin abartıldığı kadar yüksek olmadığı ve bunun hayvanseverlerin de katkısıyla karşılanabileceği anlatılmalıdır.
Öncelikle, köpekler eğer vahşice değil de ilaçla öldürülecekse bu işlem kısırlaştırma işleminden daha ucuz değil. Belediyelerin birkaç aylığına birkaç veteriner daha istihdam etmesiyle kısırlaştırma işleminin hızla bitirilebileceği uzman raporlarıyla sabit. Dolayısıyla ikinci gruptakileri ikna için en başta bu dile getirilebilir.
Ayrıca, barınaklara alınacak köpeklerin bakımı, beslenmesi için bir fon kurulabilir, hayvanseverler oraya bağış yapabilir ve böylece onların bakımına ortak olmak istemeyenlere daha az maddi yük biner. Öte yandan Burdur Belediyesi hayvanlar için yemek artıklarından kompos mama üretimi yapıyor, Ankara da bunu başlattı. Böylece, artık yemeklerin kullanılması suretiyle bakım maliyetinin daha da düşürüleceği söylenebilir.
Veya her şey bir tarafa, şu denilebilir ki; hükümet kendisine yandaş şirketlerin vergi borçlarını silip duruyor, çoğu israfa imza atıyor da buna mı kaynak ayıramıyor, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuya çözümü bu kadar hayvanı öldürmek mi diye sorulabilir.
Sokak köpeklerinden rahatsız olan insanların hassasiyetlerini anlamak, yani kısaca makul çoğunluğun beklentilerine kulak vermek gerekir. Ancak toplumun büyük kısmının kabul etmeyeceği, gönlünün el vermeyeceği insanlık dışı önlemleri çözüm olarak tartışmayı da kategorik olarak reddetmek lazımdır. Bu halka, 2024 yılında yeni bir Hayırsız Ada üzüntüsü ve utancını yaşatmak kimsenin aklından dahi geçmemelidir.
Sonuç olarak mesele basit bir konu değildir ve toptancı laflarla çözülmesi de mümkün değildir. Sorunun akılcı bir çözümü, iki keskin uçtan, ama özellikle de katliamı öngören seçenekten uzak durmayı ve toplumun makul kesiminin beklenti ve hassasiyetlerine yönelik adım atmayı gerektirmektedir.